İzmir’in hangi semtleri su altında kalabilir… İzmir’i sel bastı, Soyer iklim değişikliği dedi

Ali Kemal ERDEM’in özel haberi

Şiddetli yağış ve fırtına, Türkiye’nin üçüncü büyük şehri İzmir’e zorlu anlar yaşattı.

Fırtınanın da başlamasıyla Karşıyaka ilçesinde Mavişehir Mahallesi ile Aksoy Mahallesi’nde deniz taştı.

Sahildeki pek çok sitenin bahçesi, cadde ve sokaklar da sular altında kaldı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ekipleri su baskınına uğrayan yerlerdeki suların tahliyesi için yoğun çaba gösterse bile kimi zaman yeterli olmadı.

Pek çok araç caddeleri kaplayan suların içinde kaldı.

SOYER, SU BASKINLARI İÇİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ İŞARET ETTİ

Büyük maddi kayıplara neden olan su taşkınlarıyla mücadelenin devam ettiği saatlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’den X hesabı aracılığıyla dikkat çekici bir açıklama geldi.

Soyer, açıklamasında önce “Eskiden sadece televizyon ekranlarımızdan izlediğimiz uzak diyarlardaki iklim değişikliği sonuçları kapımıza geldi dayandı” dedi ve ardından “İzmir, küresel olarak iklim değişikliklerindeki belirsizliklerden en fazla etkilenen kıyı kentlerinden biri oldu. Son 4 yılda aşırı şiddetli yağışlardan kent içinde 4 bini aşkın su baskınını, taşkınını yaşadık. Nedeni aşırı şiddetli yağışların sıklığı ve şiddetinin daha önceki yıllarla karşılaştırıldığında görülmedik bir şekilde artmasıydı” diyerek devam etti.

1873’DEN BERİ İZMİR’DE DENİZ SEVİYESİ 1.5 METRE YÜKSELMİŞ

Soyer, sözü yine iklim değişikliğine getirerek, “Artık iklim değişikliğinin belirsiz ve yıkıcı etkilerini daha sık yaşıyoruz. Dün gece de benzer bir doğa olayını yaşadık. Deniz olağan üstü yükseldi ve kıyılarımız su altında kaldı. 1873 yılından bugüne İzmir’de deniz seviyesi 1.5 metre yükselmiş. Her yıl da ortalama 3mm yükseliyor. 2050 yılına kadar da bu yükselişin artacağı ve 50 cm’ye varacağı öngörülüyor.”

“İklim değişikliklerine karşı en köklü önlem alan kentiz”

Bu hatırlatmanın ardından Soyer, son olarak kendilerinin ne yaptığı sorusunu merak edenlere cevaben “İşte bu nedenle, İzmir’de her türlü alt yapı sistemimizi bu tür felaketleri önlemek için geliştiriyor, inşa ediyoruz. Yüzlerce kilometre yağmur suyu hattımızın inşası, Bostanlı gibi deniz kıyılarımızın bazı bölgelerinin yükseltilmesi ve süngerkent İzmir projemizi bu tür afetleri en aza indirmek için gerçekleştiriyoruz. Tüm vatandaşlarımız emin olabilirler ki; iklim krizine karşı en köklü önlemleri alan kentiz” diye konuştu.

“TÜRKİYE’NİN İKLİMİ Mİ DEĞİŞTİ?” SORUSU DAHA SIK SORULUR OLDU

Soyer’in bu açıklamalarını sosyal medyada muhalifi olan bazı kişiler “Bahane bulma çabası” olarak adlandırmaya çalışsa da bile aslında günümüzün bir gerçeğine de dikkat çekiyor.

O da iklim değişikliklerinin gündelik yaşamımızda yarattığı yeni etkiler.

Çünkü mevsimlerde yaşanan değişiklikler, daha önce az görülen hortum, kasırga türü fırtınalar, ani sıcaklık değişimleri bir süreden beri “Türkiye’nin iklimi mi değişiyor?” sorusunun daha fazla sorulmasına neden oluyor.

Yaşanabilecek bir iklim değişikliğinin sonucu olarak Türkiye’de şehir yaşamında hatta binaların mimarisinde yenilikler getirmesi kaçınılmaz görülüyor. Örneğin denizin yükselme riski olan yerlerde kıyılara yakın yerleşim daha riskli hale gelecek.

Peki ne tür değişiklikler bizi bekliyor? Ekonomik boyutu ne olur ve her şeyden önce Türkiye buna hazır mı?

Bu soruları konunun uzmanı iki isme TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Gencay Serter ile Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz’e sorduk.

“TÜRKİYE, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN EN OLUMSUZ ETKİLENECEK ÜLKELERİN BAŞINDA GELİYOR”

Şehir Plancısı Dr. Gencay Serter, “İklim değişikliklerine paralel olarak gelecekte şehir mimarilerinde alt yapılarında bir değişiklik bekleniyor mu?” sorumuza ilk olarak şu tespitlerle başladı:

“İlk olarak iklim değişikliği artık içerisinde bulunduğumuz bir süreç. Ülkemiz de dünya üzerinde iklim değişikliği sürecinden en çok etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz Havzası’nda bulunması sebebi ile bu süreçten en olumsuz şekilde etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Bu süreçte anlık meteorolojik olaylar ve önceden görülmeyen iklim hadiseleri ülkemizde görülecek ve bu hadiselerin görülme sıklığı giderek artacak. Yani öncesinde marjinal hava olayları dediğimiz hadiseler yeni normalimiz haline gelecek. Geçmişe dönük minimum ve maksimum değerlerin hepsi değişiyor ve değişecek. Hepimizin takip ettiği üzere şiddeti ve frekansı artan sel hadiseleri, büyük orman yangınları, öncesinde görmediğimiz hortum hadiseleri ve her sene rekor tazeleyen “En yüksek sıcaklık’ değerleri bu sürecin artık tüm şiddetiyle hayatımıza girdiğinin göstergesi.”

KENTLERDEKİ HESAPLAMALARIMIZIN HEPSİNİN YENİ DURUMA GÖRE DEĞİŞMESİ LAZIM

Serter, iklim değişikliği sürecinden en çok etkilenen yerleşim yerlerinin şehirlerin olacağını söyleyerek, “Barındırdıkları yoğun nüfus ve iklim değişikliği sürecine olumsuz katkıları sebebi ile şehirlerimizin önünde kısa, orta ve uzun vadeli en büyük problem alanlarından biri iklim değişikliği. Öncesinde kentleri tasarlarken yaptığımız hesaplamalarımızın hepsinin yeni normale göre değişmesi lazım. Minimum ve maksimum yağış miktarları, ortalama sıcaklık oranlarının hepsi değişmiş durumda. Dolayısıyla özünde bir kestirim ve projeksiyon yapma işi olan planlamanın kullandığı geçmişe dönük veri setlerinin hepsi büyük oranda işe yaramaz duruma gelmiş durumda. İklim değişikliğine uyum noktasında belirsizlikleri barındırıyor olsa da altyapı sistemlerinin, planlamada kullanılan eşik değerlerin ve sınırların yenilenmesi gerekiyor. Bu köklü bir altyapı revizyonu anlamına geliyor” dedi.

KİŞİ BAŞI DÜŞEN 10 METREKARE YEŞİL ALAN KENTLERİMİZİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE HAZIRLAYAMAYIZ

Serter, bunun yanında “Bir de tabi ki iklim değişikliğinin getirdiği yeni planlama sorun alanları var. Artık birçok dünya ülkesinde şehir planlamada sıcak hava dalgalarına bağlı ölümler bir problem alanı olarak görülüyor ve bu anlamda çözümler üretilmeye çalışılıyor” diyerek bu yeni sorunu şöyle açıkladı:

“Bu planlama ölçeğinden yapı ölçeğine varana değin geniş bir alanı kapsıyor. Sıcak hava dalgalarının etkisini azaltmak için kentsel yeşil alan miktarlarının nitelikli şekilde artırılması bir yanda dururken diğer taraftan binaların kentsel ısınmaya olumsuz etkilerini azaltacak biçimde yeni malzeme ve tasarımlarla ele alınması bir diğer konu olarak öne çıkıyor. Artık kişi başı düşen 10 metrekare yeşil alan hesabı ile kentlerimizi iklim değişikliğine hazırlamamız mümkün değil. Ki bu oran dünya ortalamasında çok düşük bir yerde olmasına rağmen bu sayısal oran bile birçok kentimizde yakalanmış değil. Kentlerimiz de artık nitelikli geniş yeşil alanlar yaratmak zorunluluğumuz var. Yeşil alanlarımızla birlikte kentlerimizde sulak ve doğal alanlarını da korumamız ve geliştirmemiz gerekiyor. Artık kentlerimizde “yeşil mavi altyapı” diye adlandırdığımız dönüşümleri gerçekleştirmemiz kaçınılmaz.”

ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLER KARBON SALINIMINA ÇÖZÜM OLUR MU?

Serter, iklim değişikliğine sebebiyet veren alanlar olarak kentlerin dönüşümünün de olduğunu kaydederek, “Bu da bir başka boyut. Ulaşım sistemlerinin artık tekerlekli ulaşımdan raylı ve toplu ulaşım sistemlerine dönüşmesi gerekiyor ve iklim değişikliğinin en önemli sebeplerinden olan karbon salınımının azaltılması için bu makro ölçekte bir eylem alanı olmalı. Yakıt sistemlerinde de elektriğe dayalı dönüşüm hız kazanmış durumda. Bireysel otomobil sayısında elektrikli otomobil sayısının artacağı göz önünde bulundurularak gerekli altyapı dönüşümlerinin bina, mahalle ve kent ölçeğinde ele alınması gerekiyor” diyerek sözlerini sürdürdü.

1980’LERDEN KALMA İMAR KANUNU İLE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE HAZIRLIKLI KENTLER YARATAMAZSINIZ

Peki Türkiye böyle bir sürece hazır mı?

Serter, bu soruya ilk olarak “Türkiye ölçeğinde ele aldığımızda bu tür bir dönüşüm için her ne kadar hazırlıkların sürdüğü görülse de bu anlamda kapsamlı bir dönüşüm modeli ortaya koymuş kentlerimiz olduğunu söyleyemeyiz” dedi ve nedenlerini ekledi:

“Hazırlıklar maalesef daha çok politika ve strateji seviyesinde kalmış durumda. Bu strateji ve politika belgelerinin bir an önce eylem planları eşliğinde hayata geçirilmesi lazım. Bu oldukça büyük ölçekli bir dönüşüm. Merkezi ve yerel düzeyde yapılması gerekenler var. Merkezi düzeyde temel bazı hukuki dökümanların değişmesi gerekiyor. 1980’li yıllardan kalma 32194 sayılı imar kanunu ile iklim değişikliğine hazırlıklı kentler yaratamazsınız. Bu açık bir gerçeklik ve sorun alanı. Ne bu kanunda ne de buna bağlı yönetmeliklerde iklim değişikliği bir sorun olarak ele alınmış değil.

HÜKÜMETİN DÖNÜŞÜM İÇİN KAYNAK YARATMASI GEREKİYOR

Böyle bir dönüşümün pek tabii ki büyük bir ekonomik boyutu var.

Bu tür bir çalışmanın ülke çapında büyük bir dönüşümü gerekli kıldığını belirten Serter, . merkezi hükümetin kentlerin altyapı ve planlama anlamındaki dönüşümlerinde İller Bankası ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı aracılığı ile finans ve proje kaynakları yaratması gerektiğini belirtti.

“CİDDİ MALİYET ÇIKACAK, BİRÇOK BELEDİYE BU GÜÇTE DEĞİL”

Serter, iklim değişikliğine karşı altyapıların dönüştürülmesi, yani kanalizasyon, içme suyu şebekesi, ulaşım ağının yenilenmesi gibi konularda ciddi maliyetlerin çıkacağının bir gerçek olduğunu ancak birçok şehirde belediyelerin bu güçte olmadığını söyledi. Burada merkezi idarenin katkı koymasının zorunluluk olduğunu söyleyen Serter, sözlerini şöyle tamamladı:

ÖNLEM ALINMAZSA AFETLER NEDENİYLE MALİYETLERDEN DAHA ÇOK HARCANIR

“Özel sektör olarak da bina ve yapı ölçeğinde dönüşümlerde finans çevrelerinin iklim değişikliği başlığı altında uygun kredi koşullarını sağlaması gerekiyor. Aksi takdirde ne kadar maliyetli görülürse görülsün iklim değişikliğine bağlı afetler sebebiyle iklime uyum sürecinde harcayacağımızdan çok daha fazla bir maliyete katlanmaz zorunda olacağımız ve daha da önemlisi insanlarımızı kaybedeceğimiz bir gerçek.”

“KENTLERİMİZİ İKLİM KRİZİNİN EN KÖTÜ SONUÇLARINA GÖRE İNŞA ETMEK ZORUNDAYIZ”

Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz de iklim krizinin aşırı hava olaylarının sayısını ve sıklığını artırdığının bilindiğini kaydederek, “Kentlerin altyapısı buna hazır değilse aşırı yağış gibi olayların sonuçları o kentlerde daha ağır hissediliyor. Kentlerimizi bugünkü aşırı hava olayları verilerine göre değil, iklim krizinin en kötü sonuçlarına göre inşa etmek zorundayız” dedi ardından kafaları kurcalayan “Hazır mıyız?” sorusuna şöyle cevap verdi.

“KENTLERİMİZ İKLİM KRİZİNE HAZIR DEĞİL”

“Ne yazık ki Türkiye’deki kentlerimizin iklim krizine hazır olduğunu söylemek zor. Sadece yerel yönetimlerin altından kalkabileceği bir sorun da değil. Kıyı şeridinden yapılaşmayı uzaklaştıracak, kentleri küçültecek bir yandan da iklim krizine neden olan sera gazı emisyonlarını azaltacak eylemleri harekete geçirmek zorundayız.”

İZMİR DAHİL BİRÇOK KENTTE SU BASKINLARI ARTACAK

Gürbüz ardından sözü İzmir’e getirerek Climate Central adlı kuruluşun 2050 yılına ait projeksiyonlarında İzmir’in de olduğu birçok kentte bu gibi su baskınlarının artacağının gösterildiğini belirterek, şu hatırlatmada bulundu:

“İzmir’de Alsancak Limanı ile Halkapınar arası, Bayraklı, Sasalı, Çiğli ve Mavişehir bölgesi 2050’de su baskını/su altında kalma riskiyle karşı karşıya. Bu bölgelerde hâlâ yapılaşmalar görüyoruz. Eskisini düzeltmekte geç kaldığımız gibi yeni yapılaşmaları da durduruyoruz çünkü iklim krizini bugünün değil geleceğin sorunu gibi görüyoruz.”

patronlardunyasi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir